İş bu yazıdaki eser, aslen Oscar ödül töreninden önce izlenmiş olup, mücbir sebeplerden dolayı yetiştirilememiştir. En iyi film ödülünü almasını beklemesem de Whiplash ve The Imitation Game ile birlikte en fazla desteklediğim 3. filmdi The Theory of Everything. En azından en iyi erkek oyuncu ödülünü Eddie Redmayne’e vermeleri beni çok mutlu etti. Belki de yaşayan en büyük dehanın anlatıldığı The Theory of Everything, Stephen Hawking’in özel hayatını gereksiz şekilde irdelemeyip yarattığı büyük mirasa daha fazla odaklanmış olması, filmi zor yoldan başarıya taşımış.
Stephen Hawking’in müstakbel eşi Jane Wilde (Felicity Jones) ile tanışmasıyla başlayan film, en baştan itibaren Hawking’in hayatını adadığı şeyi izleyiciye gösteriyor; Evrendeki her şeyi açıklayan tek bir birleştirici denklem. Dünya’nın en büyük dahilerinden birisinin gençliğinde sosyal bir yaşama sahip olduğunu görebildiğimiz için, kenarından köşesinden karakterimiz ile bir ilişki kurmaya başlıyoruz. Bu sırada çok az da olsa Hawking’in hayatını kökten değiştirecek ALS hastalığının belirtilerini de görmeye başlıyoruz.
Asla kazanamayacağı, bir muhaberenin yaşanmayacağı bir savaşın ortasına doğru bilmeden koşan Hawking, Tanrı inancına karşı sahip olduğu görüşler filmde açık seçik görülebilmekte. Jane Wilde’ın İngiliz Kilisesi’ne gidiyor olması, aralarındaki ilişkiye nükteli bir taraf katıyor ve film bunu izleyicisine çok güzel bir şekilde veriyor.
ALS hastalığı gittikçe kendini hissettirmeye başladığında çalışıyor olduğu tahtadaki yazı tipiyle Stephen Hawking’in imzasının benzerliği, Hawking’in kraliçeden aldığı madalyanın aslının ve hatta Hawking’in gerçek sesinin kullanılması filmin doğruluğunu arttırıyor. Hawking bir röportajda film hakkında “kapsamlı bir şekilde doğru” yorumunu yapmış ve bazı sahnelerde kendisini gördüğünü söylemiştir. Aynı şekilde, Hawking’in çocuklarının filmin son sahnesinde sanki babalarını gördüklerinden bahsetmeleri Eddie Redmayne’e büyük bir onur vermiştir.
Film, Jane Wilde’ın yazmış olduğu iki anı kitabındaki özel ve kötü anılardan çok iyi ve pozitif anılardan yola çıkan bir senaryoya sahip. Hatta senaryoda öyle küçük detaylar var ki, Hawking hakkında araştırma yapmadan asla farkedemezdim. The Imitation Game’in birçok hata barındıran senaryosuna göre daha iyi bir yapım ortaya koysa da, bana göre The Theory of Everything’in bu dalda ödül almaması garip geldi. Fakat bu yorumlarının epeyce subjektif olduğunu da belirtmem gerekir 🙂
Felicity Jones’un Redmayne’in karşısında harika bir performans gösteriyor. Mimikleriyle, çıtı pıtı bir yapıya sahip olsa da Hawking’in hastalığına karşı bir an güçlü bir insana dönüşmesiyle, ilişkilerinin temelinde yatan bazı sorunları harika ifadeleriyle sessizce vermesiyle kendisini izletiyor. Ne varsa İngilizlerde var 🙂
The Theory of Everything, her detayı çok ince bir şekilde düşünülmüş bir film. Redmayne’in 6 ay kadar hakkında araştırma yaptığı Hawking’le çekimler başlamadan tanıştığı sırada Hawking’in sesini filmde kullanmalarını önermesi ve diğer detaylar filmi neredeyse gerçeğin aynısı yapıyor. Aynı şekilde Jones’un, Jane Wilde tarafından beğenilmesi de oyuncu seçiminin doğruluğunu gösteriyor.
Çok güzel bir film The Theory of Everything. Sadece Hawking hakkında birşeyler öğrenmek isteyenler için değil, hepimiz için bir hikaye barındırıyor yapım.
Nefes aldıkça umut vardır.
No Comments