Bir bilgisayar mühendisi olarak bu filmin üzerimde yaratmış olduğu hissiyattan ötürü birazdan okuyacağınız yazı subjektifliğin bayrakla en önde gideni olarak tanımlanabilir. Eğer istiyorsanız buyrun izlemiş olduğum en iyi filmler listesine tepelerden giren The Imitation Game incelemesine ve ucundan Turing biyografisine başlayalım.
Yazı film hakkında bazı küçük spoilerlar barındırıyor. Biyografik bir film olmasından ötürü kullanmakta bir sakınca görmedim. Uyarıldınız 🙂
Tek bir adam bütün dünyanın tarihini bu kadar değiştirebilir mi sorusunun cevabıdır Alan Turing. Filmin sonunda bahsedildiği gibi 14 milyon insanın kurtulmasını sağlayan adamdır Turing.
The Imitation Game’de bu büyük bilim adamının yaşamını ve Enigma’nın karşısında aciz kalmış müttefik kuvvetlere bir açıdan kurtuluşun yolunu açmış Christopher makinesinin hikayesi anlatılıyor. Tarihsel açıdan bazı yanlışlar, değiştirmeler ve çıkarmalar olsa da film hem Cumberbatch’in hem de Knightley’in mükemmel performansıyla ve konunun dikkat çekiciliğiyle kendini affettiriyor. Zaten biyografik ve kitaptan çeviri filmlerde hep böyle olmaz mı?
Film Turing’in hayatındaki dönüm noktaları arasında gezinerek hikayeyi bütünleştiriyor. Turing’in evinin soyulması ile başlayan yapıt hızlıca geçmişe dönüp Enigma’nın deşifre edilmesi için oluşturulan ekibin hikayesine dalıyor. Ayrıca çekimlerin bir kısmının ekibin çalışmış olduğu Bletchley Park’ta yapılmış olması tarihin kendisini yaşıyormuşuz gibi hissettiriyor. (google’da Bletchley Park’ı arayın yan tarafa dikkat edin :))
Girizgah sırasında film bazı hatalar yapıyor. Bunları filmin dramatik etkisini arttırmak için yapıldığını düşündüğümden üzerinde durmuyorum ama yukarıda da dediğim gibi mesleğimin temeli söz konusu olunca hassaslaşıyorum 🙂
Devamında Enigma’nın çalışma prensibine ve İngiltere’nin “Christopher”‘dan önceki çalışma yöntemini öğreniyoruz. İşte burada çok değişik bir konuşma yaşanıyor. Alan Turing’e “Öğle Yemeği Almaya Gidiyoruz” diye sorulduğunda cevap vermemesi ve hatta “Bizimle yemeğe gelmek ister misin?” sorusu sorulana kadar cevap vermemesi, deterministik yapıdaki makinelerin (bilgisayarların) çalışma yöntemini andırıyor. Asıl amaç bunu göstermek miydi bilemeyiz ama bu konuşma ve bazı sahneler Turing’i otizmin sınırlarındaymış gibi göstermekte. Fakat biyografisine göre öyle birisi olmadığını biliyoruz. Yine dramatik etkiyi arttırmak için verilmiş bir karar olduğunu düşünüyorum.
Film zaman çizgileri üzerinde atlaya zıplaya hikayesini bütünleştiriyor. Alan Turing’in çocukluğuna geçtiğimizde, onun ilk aşkı Christopher Morcom ile karşılaşıyoruz. Genç Turing’in aslını epeyce andırması takdir edilmesi gereken bir konu. Morcom ile kriptografiye adım atması ve Morcom’un vefatını öğrendiği sahneler ile Alex Lawther geleceğe göz kırpıyor.
Ve Joan Clarke karşımıza çıkıyor. Turing’in hayatı üzerindeki etkisi olduğu kadar, yumuşak ama kararlı karakteriyle “Christopher” ‘ın yaratılmasındaki etkisini de Knightley çok güzel bir şekilde bize hissettiriyor.
The Imitation Game daha ilk 3 dakikasında Turing’in ölümü hakkındaki en büyük iki teoriyi gösteriyor. Evinin soyulmasından sonra haber hızlıca “Ultra” projesinde birlikte çalıştığı MI6 ajanı Stewart Menzies’e iletilmesi, değerli bilgilerin ortaya çıkma ihtimaline karşılık suikaste kurban gittiğini düşündürtüyor. Evine polislerin geldiği sırada da Turing’in yere saçılmış olan siyanürle uğraşması yanlışlıkla yediği şeylere karışmış olması ihtimalini gösteriyor. Turing’in Bletchley Park’ta ekibe elma vermesi de evinde ölü bulunduğu sırada yanındaki yarısı yenmiş elmayı (intihar teorisine göre elma siyanürlüydü) ifade ediyor. Dediğim gibi film Turing’in yaşamı hakkındaki bazı detayları 2 saat içine çok güzel bir şekilde yediriyor.
Film Enigma deşifre edildikten sonra, Turing’in sadece bir matematikçi değil aynı zamanda bir savaş kahramanı olmasını sağlayan “Ultra” projesine kayıyor. Enigma’nın kırıldığını Alman’lardan saklamak için insanların hayatlarını riske atmak zorunda kalan ekip, asıl amaç uğruna istatistiksel veriler oluşturup Menzies’e sunmaya başlıyor. Bu da Enigma’nın hiç bir şey olmamış gibi çalışmasına devam etmesini sağlıyor. Ultra projesiyle karanlıklaşan yapıt zaten yaratmış olduğu başarının üzerine bir o kadar daha koyuyor.
Evet Turing bir homoseksüeldi ve filmde anlatıldığı kadar da gizleyen biri değildi. Fakat o bir bilim insanıydı, erkek veya kadın olmasının bir fark yaratmayacağı gibi (dönemi düşündüğümüzde kadın olması çok daha takdir edilesi olması dışında) homoseksüel ya da heteroseksüel olması ve hatta bunun resmen isminin önünde bir titr gibi kullanılması, yaratmış olduğu şeyin büyüklüğünü hiçe saymaktır. İşte bu yüzden burada yönelimi hakkında hiçbir şey dememeyi tercih ettim. Ama kısaca bahsetmek gerekirse filmde evine giren hırsızın yakalandıktan sonra Turing’in eşcinsel olduğunu itiraf etmesi ve onunla ilişkiye girdiğini bahsetmesiyle Turing ahlaksızlıktan hüküm giydi. Cezaevine girmemek için de 1 yıllık östrojen tedavisi görmeyi kabul etti.
Bazen kimsenin hayal edemediği şeyleri hayal edip yapabilen insanlar vardır. Turing’de bilişim çağının en önemli insanlarından birisidir.
Film hataları olmasına rağmen, dönemi yansıtabilmesiyle, oyunculuklarıyla, detaylı bir şekilde kurgulanmış geçiş sahneleriyle bu yılın Oscar’ı en fazla hakeden yapımlarından. Muhtemelen almayacak olsa da oyum The Imitation Game’den yana. Dediğim gibi sadece bir film incelemesi değil birazcık biyografik bir yazı oldu. Filmle Turing’in gerçek yaşamı arasındaki bütün farklardan bahsetmiş değilim. Çünkü bunların filmin kalitesini düşürecek bir değeri yok. İzleyin, izlettirin efendim 🙂
Not: Bu arada makinenin adı "Christopher" değil. Proje "Bombe" olarak adlandırılıyor ve 1939'da Turing tarafından tamamlandıktan sonra Gordon Welchman tarafından revize ediliyor ama kendisi filmde hiç bahsedilmiyor.
No Comments