GEZİ

İş Gezisinin En Güzel Hali : Londra

21 Ağustos 2014

En çok görmek istediğim yerlerden biri olan Londra’ya bir iş toplantısı için ve tam da kurban bayramında giden bir adamın sudan çıkmış balık oluşunun hikayesidir bu 🙂

Öncelikle şunu belirtmem lazım; Ankara’nın sonbahar ve kış mevsimlerindeki kasvetinden çok da uzaklaşamayacaksınız Londra’ya vardığınızda (benim gittiğim dönem için konuşuyorum). Bulutların üstünde güneşi mutlulukla izlerken, iki dakika sonra yağmuru görünce birden moraliniz bozulacak. Ama olsun dünyanın en güzel şehirlerinden bir tanesi var aşağıda ve yapılacak çok şey var.

Görülecek yerlerin sınırı olmadığı bir şehir Londra. Eğer isterseniz graffiti sanatçısı Banksy’nin korunan eserlerini görebilir, isterseniz sadece The British Museum’da bir gününüzü harcayabilirsiniz. Şehirde gezerken hiç bir kitapta, broşürde göremeyeceğiniz bir sürü güzel şeyle karşılaşıyorsunuz.

Ara sokaklarda gezerden birden karşıma çıkan yer

Ara sokaklarda gezerden birden karşıma çıkan yer

Ben çok fazla yürümem çok görecek yerim var diyorsanız Oyster Car’ın haftalık kullanımı olanlar var onlardan almanızı öneririm. Ayrıca şehir içinde bir çok noktada Barclays Cycle Hire denilen bisiklet kiralayabileceğiniz yerler var. Döneceğim güne kadar soldan akan trafiğe alışamadığım için başıma iş almamak için bisiklet kiralamadım 🙂

Londra’da Days Hotel Waterloo ‘da kaldım. Big Ben’e 10 dakika gibi bir mesafede olan otelin ortalamanın üstünde bir oda ücreti var ama şehrin önemli noktalarına yakınlığından dolayı bunu telafi ediyor. Aslında uzak bir yerde kalsanız da durum çok farklı değil çünkü mükemmel bir ulaşım ağları var ki bu sadece metro değil aynı zamanda otobüsleri de kapsıyor. Ankara’daki gibi son durağın Kızılay, Ulus, Sıhhiye gibi ana merkezlerin olduğu bir sistem yerine, bulunduğunuz yerden bir çok farklı bölgeye (ayrıca bu bölgelerin farklı noktalarına giden ayrı otobüslerde var!) dağılan bir otobüs ağı kurmuşlar. Öyle ki  Hyde Park’tan benim otelimin olduğu caddeye giden bir otobüs bulduğumda inanamamıştım.

Bir diğer konu ise yemek. Londra’da bir çok yemek kültürüne ait restoranlar bulabileceğiniz gibi, neredeyse her köşe başında bulunan Pret a Manger, Caffe Nero veya Starbucks’da sıcak kahve içip yolculuk için güç toplayabilir ve ucuza güzel sandviçlerinden yiyebilirsiniz. Ayrıca Türkiye’de kıyafet mağazaları olmasına rağmen bulunmayan Marks & Spencer’ın Simply Food adlı yemek yerinden çok hoş kekler ve meyve suları alabilirsiniz.

Yolculuğumdan 3 hafta önce hava durumlarını takip etmeye başlamıştım. Her geçen gün daha da kötüleşen tahminler karşısında üzülmeye başlasam da şansıma Hyde Park’ı gezerken ve London Eye’a binerken tertemiz bir hava vardı.

Big Ben

İlk gün öğleden sonra Londra’ya vardığım için çok da fazla bir şey yapma şansım olmadı, o yüzden etrafı gezip yemek yiyebileceğim yerleri belirledim ondan sonra da Big Ben’in karşısında oturdum. Şehrin yapısı büyük Londra yangını ve Alman bombardımanı nedeniyle dikiş tutturamamış gibi görünse de Ankara’nın keşmekeş düzeninin yanında mükemmel görünüyor.

İkinci gün sabah kalktığımda yine bunalım havası beni karşıladı. Ama şansıma akşama kadar yağmur yağmadı. Öncelikle Big Ben’i gezmek için yola çıktım. Westminster Köprüsü’nün sonunda kocaman heybetiyle ve bir sürü detayıyla karşınızda duran Big Ben’in etrafındaki bazı ışık direklerinin tepesinde bir taç bulunuyor. Çok hoş bir detay olmuş.

IMG_5886

Big Ben’in hemen arka tarafında Westminster Abbey, Londra gezilerinin olmazsa olmazlarından biri. Devasa bir katedral olan Westminster Abbey’de akşam ayini olan Evensong’u eğer vaktiniz varsa kaçırmamanızı öneririm. Evensong sırasında içeri girişler ücretsiz, ayrıca bazı saatlerde de katedral kapalıydı. Ben de zamanı denk getirip içeri giremedim hiç bir zaman ama hemen yanındaki St. Margaret’s  Church’ e girmenizi öneririm.

IMG_5941

Londra’ya gitmeden önce bir çok plan yaptıysam da bunları sadece yorgunluktan bitap düştüğüm zaman gerçekleştireceğim ve sokaklarında kaybolacağım diye kendime söz vermiştim. Westminster Abbey’den çıkınca da yine bir ara sokağa girerek yürümeye başladım ve bir süre sonra Westminster Cathedral’e ulaştım tam da ayin zamanında. Fotoğraf çekmemem konusunda uyarıldığım için herhangi bir şey yapamasam da insanları izlemek güzeldi. Bu arada ayinin sonuna doğru para toplamak için geliyorlar, o sıralarda oturduğunuz yerden kalkıp gezmenizi öneririm 🙂

IMG_6002

Oradan Londra’nın bir diğer olmazsa olmazı Buckingham Sarayı’na gittim. 2 Günde bir yapılan nöbet değişimi hiç ilgimi çekmediği için özellikle gidiş saatimi ayarlamadım ama eğer görmek istiyorsanız önceden plan yapmanızı öneririm. Victoria Memorial’ın hangi yoldan gelirseniz gelin sizi bütün heybetiyle karşıladığı meydanda Green Park ve St. James Park’ın arasında kalan Buckingham Sarayı’nı görüyorsunuz.

IMG_6095

IMG_6050

IMG_6078

Buckingham Sarayı’nda sadece nöbet değişimi değil, atlı birliğin selamlamasını da izleyebilirsiniz. İngiliz atlarının güzelliğini görmeye değer.

Trafalgar Meydanı Buckingham Sarayı’na çok yakın olmasa da havanın durumu nedeniyle gidebileceğim yerlerin sınırlılığından dolayı sonraki durağım oldu. Londra’nın heryerinde bir heykel görmek mümkün. İngilizler için önemli azizlerin, savaş kahramanlarının, devlet yöneticilerinin heykellerinin olduğu şehirde, savaşta yaşamını yitirmiş hayvanlar için yapılmış bir anıt bile var. Böyle bir şehirde Trafalgar Meydanı’nda kocaman bir mavi horoz heykeliyle karşılaşmak garip olsa da hoş bir detay olduğunu söylemem lazım.

IMG_6257

Trafalgar Meydanı’nda bulunan The National Gallery bulunuyor. İnanılmaz bir koleksiyonun bulunduğu müzeye girişler ücretsiz ama girişte özellikle fotoğraf makinemi çantama kaldırma konusunda uyarıldım. İçeride her odada ayrı bir güvenlik görevlisi bulunduğu için fotoğraf çekemedim ama 1 saatlik vaktinizi ayırıp burayı gezmenizi tavsiye ederim, resim sevmiyorsanız bile.

Londra yazımın birinci kısmını burada bitiriyorum. Zaten epeyce uzun bir  yazı olduğu için daha fazla bunaltmak da istemiyorum 🙂

İkinci kısıma kadar görüşmek üzere 🙂

You Might Also Like

No Comments

Leave a Reply